DESTANLAR ve EFSANELER
Nemrut Efsanesi :
Zalim kral Nemrut yaşadığı dönemde Tatvan yakınında bulunan dağı yayla olarak kullanmıştır, Nemrut dağı volkanik patlaması başlayınca dağ eteklerine yerleşmiş durumda olan köylerin üzerine ateş parçaları gelmeye başlar, bu arada halk Nemrutun İbrahim Peygambere yapmış olduğu zulüm akıllarına gelir,yayla olarak kullandığı dağın verdiği zarar karşısında sözler söylemeye başlanır, Nemrutun zulmü gibi oldu derler ve dağın ismi Nemrut olarak kalır.
El-Aman Efsanesi :
Bitlis-Tatvan yol güzergahı üzerinde bulunan El-Aman hanı zamanla gaddar bir hancının eline geçer kervan yolu üzerinde bulunan handa kervancılar zorunlu olarak konaklamak durumunda kaldıklarında, gaddar hancı kervancılara her türlü zorluklar çıkararak adeta bıktırırdı. Bu handa sağ salim kurtulanlar kaçıp uzaklaşırlardı, handan söz ederlerken EL-AMAN derlerdi,bunun üzerine hanın ismi El-Aman hanı olarak kalmıştır.
Altun Kalbur Efsanesi:
Bitlis in Mutki yolu üzerinde ihtiyar bir kadın, deve ve koyunlarını otlatıyormuş. O tarihte bu efsane söz konusu olmadığı gibi, sözü edilen yerde herhangi bir pınar veya su bulunmamaktaymış. Kendisinin ve hayvanlarının çok susadığını gören bu ihtiyar kadın, ellerini havaya kaldırarak Allah tan su istemiştir. Suyu verdiği takdirde kendisine bir kurban adayacağını söylemiştir.
Yüce Allah, kadının dileğini kabul etmiş, şimdiki ismiyle Altun Kalbur suyunu ortaya çıkarmıştır. Bunu gören kadın; başta kendisi, develeri ve koyunlarını kana, kana sulamış, daha sonra otlamaları için serbest bırakmıştır. Kendisi bir kenara çekilerek hamur yoğurmaya başlamıştır. Hamur yoğururken bir tarafının kaşındığını hisseder. Orasını kaşıdığı zaman eline irice bir bit gelir. Biti iki elinin baş parmakları arasına alarak çıtlatmış ve 'işte; Allah yoluna kurban olsun' demiştir.
Kadının iki eli hamurun içinde, develeri ve koyunlarıyla beraber taş kesilmiştir. Sözü edilen yerde bu gün bile insan ve deve şekillerini andıran kayalar bulunmaktadır.
Malhan Hazinesi Efsanesi:
Bayındır Han zamanında Ahlat ta fakir bir aileye mensup bir ana ile oğlu yaşarmış. Bu ailenin geçimini, çobanlık yapan oğul sağlarmış. Bir gün Ahlat ın meydanlık mezarlığı semtinde hayvanlarını yaydıktan sonra vakit de öğlen olduğundan, yemeğe oturmuştur. Yemeğini yedikten sonra eline aldığı bir küçük ağaç parçasıyla vakit geçsin diye toprağı eşmeğe başlamıştır. Toprağı eşerken ufak bir delik açılır. Bunu merak eden çoban, deliği genişletmeye başlar. Bir müddet sonra genişleyen delik, kuyu halini alır. Kuyudan aşağıya doğru bir merdivenin indiğini gören çoban, korku ve heyecan içinde merdivenden aşağıya iner. Aşağıya inen çoban kendisini bir salonun içinde bulur. Salona açılan birçok odalar ve odaların kapılarının üzerinde anahtarlar görür. Anahtarları alıp odaların kapılarını açan çoban, çeşitli süs eşyalarıyla altınla dolu bir hazine görür. Hemen dışarıya çıkarak deliğin ağzını kapatır, yeri belli olsun diye bir işaret bırakır.
Akşam eve gelen çoban, annesine Bayındır Han'ın kızını istemesini söyler. Hayrete düşen anne oğluna, böyle bir şeye nasıl cesaret ettiğini söylerse de çoban isteğinde diretir. Sonunda ısrarlar karşısında mecbur kalan anne, Bayındır Han'a giderek kızını oğluna ister. Bu isteğe gülen Bayındır Han işi şakaya dökerek; 'benim sarayım gibi bir saray yapar, bir altın mutfak takımı, bir altın kahve takımı, bir altın beşik ve çeşitli altından süs eşyalarını getirir, bütün ülkenin davet edildiği, kırk davul ve kırk zurnanın çalındığı, kırk gün kırk gece süren bir düğün yapılırsa kızımı oğluna veririm' der. Kadın Bayındır Han'ın bu şartlarını oğluna iletir. Oğlu da şartsız olarak Bayındır Han'ın isteklerini kabul eder.
Kadın oğlunun, ileri sürülen şartları kabul ettiğini Bayındır Han'a bildirir. Daha evvel şaka yoluyla da olsa söz veren Bayındır Han'da istemeyerek kabul eder. Çoban Bayındır Han'ın bütün isteklerini yerine getirir, düğün yapılır. Bayındır Han bu çobanın büyük bir hazine bulduğuna inandığından, kızından hazinenin yerini öğrenmesini ister. Evlendikten sonra kadın kocasına bu kadar altını nereden bulduğunu sorduğunda kocası; büyük bir hazine buldum söyler. Kadın hazineyi merak ettiğini, mutlaka görmek isteğini söyleyince; kocası kadının gözlerini bağlayarak hazinenin olduğu yere götürür. Gözleri açılan kadın hayretler içinde hazineyi seyretmeye başlar. Bu arada dışarıdan bazı seslerin geldiğini duyan kadın, kocasına bu seslerin nereden geldiğini sorar. Kocası da; ' bu sesler su içmeye giden babanın atlarının sesidir' der. Çoban karısının gözlerini tekrar bağlayarak eve getirir. Kadın da olup bitenleri babasına anlatır.
Sonunda Bayındır Han damadını saraya davet ederek hazinenin bulunduğu yeri söylemesini ister. Damat gelmeden önce cellat başını çağırarak; damadı korkutmasını, başını taşa bırakarak keser gibi yapmasını bildirir. Bayındır Han'ın bütün ısrarlarına rağmen damat hazinenin yerini söylemez. Sonunda sinirlenen Han, daha önce cellat başıyla anlaştığı gibi damadın kafasını kesmesini ister. Emri yanlış anlayan cellat başı, gerçekten damadın kafasını keser. Olaya çok üzülen Bayındır Han, cellat başının kafasını kestirir.
Gerek atların su içmeye gittiği yön ve gerekse kızının anlattıklarından hazinenin Mal Han isimli hanın yakınlarında olduğu tahmin edilir. Bütün aramalara rağmen hazinenin yeri bulunamaz. O günden sonra Malhan hazinesi dilden dile dolaşılır. Halen Ahlat'ta bu hazinenin varlığına inanılmaktadır.
Avcı Kasım Masalı
Bir tarihte Bitlis'te Avcı Kasım isminde bir adam yaşarmış. İsminden de anlaşıldığı gibi, adam avcı olup her gün bütün işi dağlara gidip avlanmakmış. Günlerden bir gün ava giderken çok güzel bir yılan görmüş. Yılan uzun, kırmızı, güzel bir yılanmış. Bir yerde kümelenip duran yılanı, avcı Kasım hayretler içinde seyretmeye başlamıştır. Ömründe bu kadar güzel bir yılan görmemişti.
Yılanı seyrederken birden çok çirkin, hantal, ihtiyar bir yılanın gelerek bu güzel yılanla seviştiği görür. Bu olayı gören Kasım, bu kadar güzel bir yılanın bu kadar çirkin ve ihtiyar bir yılanla nasıl sevişeceğini hazmedememiştir. İhtiyar yılanı öldürmek için tüfeğini doğrultmuş ve tetiğe basmıştır. Ancak saçmalar çirkin yılanın yerine güzel yılana değmiş ve yılanı yaralamıştır. Meğerse bu güzel yılan, yılanların başı olan Şahmarah'ın karısıymış. Karısının yaralandığı gören Şahmaran, bu olayın nasıl olduğunu ve kim tarafından yapıldığını sorar. Karısı; hava almak için dışarıya çıktığını bu esnada oradan geçmekte olan bir avcı tarafından vurulduğunu anlatır. Olaya sinirlenen Şahmaran; yılanları toplayarak avcının bulunup getirilmesini ister. Muhafızlar uzun aramadan sonra bu işi avcı Kasım'ın yaptığını anlar ve yakalayarak Şahmaran'ın huzuruna getirirler.
Avcı Kasım, bu güzel yılanın Şahmaran'ın karısı olduğunu, yanlışlıkla onu vurduğunu anlar. Şahmaran Kasım'a; 'bu olayı neden yaptığını, karısını niçin vurduğunu' sorduğunda; avcı Kasım gördüklerini, yaşadıklarını Şahmaran'a anlatır. Yaşlı ve çirkin bir yılanın gelerek bu güzel yılanla seviştiğini, kendisinin buna tahammül etmeyerek yaşlı yılanı öldürmek istediğini ve kurşunun yanlışlıkla güzel yılana değdiğini söyler.
Şahmaran; bu adamın doğru söyleyip söylemediğini anlamak için muhafızlarına haber vererek dünyadaki bütün yılanların sarayında toplanmasını emreder. Dünyadaki bütün yılanlar saraya gelerek toplanır. Şahmaran, avcı Kasım'a hangi yılanın bu suçu işlediğini göstermesini ister. Bütün yılanları gözden geçiren avcı Kasım, bu yılanın gelmediği söyler. Şahmaran da başka yılanın kalıp kalmadığını adamlarına sorduğunda muhafızlar birisi; 'yılanın biri çok yaşlıydı, hastaydı gelemedi. Size selamını iletmemi söyledi.' Şahmaran da derhal o yılanın getirilmesini emretmiştir. Ancak o yaşlı, çirkin, hasta yılan suçunu bildiği için gelmek istememiş, çeşitli bahaneler ileri sürmüştür. Sonunda muhafızla bu yılanı zorla Şahmaran'ın huzuruna getirmişlerdir. Bu yılanı gören avcı Kasım heyecanla; 'işte bu yılandı' demiştir. Suçunu kabul eden yaşlı yılan, Şahmaran'ın emriyle öldürülür. Şimdi sıra avcı Kasım'a gelmiştir. Şahmaran avcı Kasım'a bu olayları kimseye anlatmamasını, hatta kendi hanımına bile söylememesini, söylediği takdirde üç gün içinde öleceğini bildirmiştir. Daha sonra dünyadaki bütün hayvanların konuşmalarını anlaması için avcının ağzına tükürür. Avcı Kasım üzgün, bitkin bir halde evine döner. Meraklı karısı; yılanların neden gelip kendisini götürdüklerini, Şahmaran'ın kendisinden ne istediğini öğrenmek ister. Şahmaran'ın; her kime söylersen üç gün içinde öleceğini söylediğini hatırlayan avcı Kasım, olayı söylemez. Kadının içindeki merak bir kurt gibi içini kemirmektedir. Günlerce kocasına ısrar eder.
Günler böyle geçerken bir gün avcı Kasım bir horozla tavuğun kavga ettiğini görür. Aralarındaki konuşmaları dinler. Horoz tavuğa der ki: 'Sen de avcı Kasım'ın karısı oldun. Karısı avcı Kasım'dan rahat durmuyor, yakasını bırakmıyor, onu ateşler üzerine koymuş. Avcı Kasım vurup da karısının bir dişini kırmıyor ki. Dur ben seni öldüreyim de rahat olayım.' Bu konuşmaları duyan avcı Kasım gülmeye başlamıştır. Kocasının neye güldüğünü merak eden karısı, olup bitenleri anlatmasını ister.
Sonunda karısının ısrarlı sorularına tahammül edemeyen Kasım, olup bitenleri anlatacağını, ancak anlattıktan üç gün sonra öleceğini söyler. Buna inanmayan karısı, her şeyi baştan sona kadar anlatmasını ister. Avcı kasım çaresiz, başına geleceklerden haberi olduğu halde olan bitenleri başından itibaren bütün detaylarıyla anlatır. Çaresiz bir şekilde kara, kara düşünen Kasım, ölümü bekler.
Kapının eşiğine oturmuş, çaresiz bir şekilde ölümü beklerken, bir kedi ile köpeğin konuşmalarına kulak misafiri olur. Kedi köpeğe yalvarmalı bir şekilde şunları demektedir: 'Ey köpek! Ne olur beni bırak içeri gireyim. İki gün sonra nasıl olsa avcı Kasım ölecek. Onun hayrını, helvasını verecekler. Ben de bir parça et kapıp geleyim. Eti getirince sana da veririm.' Ve üç gün tamamlanınca avcı Kasım ölmüştür